Eğer Bir Kitap Karakteri Olduğunu Fark Etsen… Ne yapardın ?

Bir sabah uyanıyorsun ve fark ediyorsun ki… BAM! Sen aslında bir kitap karakterisin. Yani hayatın boyunca yaşadığın her şey, çektiğin acılar, kazandığın zaferler, yediğin o mükemmel tantuni bile aslında bir yazarın klavyesinden çıkmış. O an kafanda büyük sorular beliriyor:

Ben kimim? Yazar kim? Bu hikaye nasıl bitiyor? Ve en önemlisi… Devam kitabı var mı?

Bütün bu sorularla kafan allak bullak olurken, bir yandan da anlam veremediğin bazı gariplikleri fark ediyorsun. Mesela neden tam ümitsizliğe kapıldığında hep bir mucize oluyor? Neden hayatın film gibi, tam her şey kötü giderken birden bir çıkış yolu beliriyor? Ve tabii ki en barizi: Neden duş alırken kimse seni aramıyor ama tuvalete oturduğunda telefon çalıyor?

Şimdi, hayatının tamamen bir hikaye olduğunu fark ettiğinde, işler değişir mi? Açık konuşalım, evet değişir! Çünkü artık olayların sadece başına gelmediğini, yazıldığını biliyorsun. Mesela her kötü olaydan sonra “Bu yazar burada dramatik etki yaratmaya çalışıyor” diye düşünürsün. Sevgilin terk ettiğinde “Tamam, burası kahramanın dibe vurduğu bölüm” dersin. Borçları ödeyemediğinde “Muhtemelen birazdan gizemli bir miras çıkacak” diye beklersin.

Ama ya hikayenin sonu belliyse? Seçimlerin gerçekten senin değilse? Bir markete gittiğinde çikolata mı, cips mi alacağına gerçekten sen mi karar veriyorsun, yoksa bu sahne çoktan yazıldı mı? Düşünsene, belki de her yanlış seçim, yazarın senin karakter gelişimini derinleştirmek için yaptığı bilinçli bir tercih!

İşin asıl fena tarafı şu: Bir roman karakteriysen, yazar seni çok sevse bile seni üzmeden bırakmaz. Çünkü iyi bir hikaye için çatışma lazım. Düzgün bir hayat süren, mutlu mesut yaşayan bir kahraman kime ilginç gelir ki? Yazar, seni içten içe perişan eder! Mutluluğa yaklaşınca hemen bir plot twist patlatır, tam rahata erecekken bir facia yaşatır. Ve en önemlisi, ne zaman “Oh be, sonunda her şey yoluna girdi!” desen, bilin ki daha olayın yarısındasın.

Peki, bir kitap karakteri gerçek dünyaya gelseydi neler olurdu? Şimdi düşünelim, diyelim ki Hamlet bizim dünyaya ışınlandı. Bir sabah kahvaltıda omlet yaparken, felsefi krizlere girip, “Omleti çevirmek mi, çevirmemek mi, işte bütün mesele bu” diye düşünmeye başlardı. Veya Sherlock Holmes, otobüs kartını kaybetse, “Burada bir komplo var Watson! Bu işte bir şeytan parmağı var!” diye bir haftalık dedektiflik yapardı.

Tabii bizim klasik Türk roman karakterleri de buraya gelse çok acayip şeyler yaşanırdı. Mesela İnce Memed, İstanbul trafiğinde sıkışıp kalsa “Ben bu şehre sığmaz oldum, zalim İstanbul! Gökyüzüne uçsam bile trafik var!” diye isyan ederdi.

Ama en büyük mesele şu: Kitap karakterleri gerçek dünyaya gelirse, spoiler yiyecekler! Düşünsene, Harry Potter buraya ışınlanıyor ve biri ona “Bu arada Dumbledore ölüyor” diyor. Ne yapar adam? İstifayı basar, büyücülükten soğur! Veya Romeo ve Juliet buraya gelse, onlara “Boşuna intihar etmeyin, teknik hata yüzünden ölüyorsunuz”desek, ne yaparlar? Romeo şoktan TikTok hesabı açar, Juliet de influencer olur.

İşin özeti şu: Eğer bir kitap karakteri olduğumuzu fark etseydik, muhtemelen önce yazarımızla konuşmak isterdik. “Beni neden böyle yazdın? Daha çok para, daha çok şans, daha az dram veremez miydin?” diye. Ama sonra anlardık ki… belki de bizi tam da böyle yazdığı için bu kadar özeliz. Çünkü her inişin bir çıkışı, her kaybın bir anlamı, her hikayenin bir amacı var.

O yüzden belki de hayatımızı bir roman gibi yaşamalıyız. Macera dolu, sürükleyici ve bol kahkahalı. Çünkü kim bilir… Belki de bir gün biri kitabımızı okurken kahvesini dökecek ve “Vay be, işte bu karakter tam benim gibi!” diyecek. 

İçerik Yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir